Lyrics and translation Dursun Ali Erzincanlı - Asude Bir Şafak
Asude Bir Şafak
A Serene Dawn
Hatıranın
cihanı
bir
daha
velveleye
verişiyle
seni
düşünüyor,
As
the
memory's
world
once
again
stirs
with
commotion,
I
think
of
you,
Daha
binlercesine
muntazır
gözler
olarak
lütfunu
diliyor
ve
dileniyoruz.
And
like
thousands
of
others,
with
expectant
eyes,
we
beg
and
plead
for
your
grace.
Ey
ak
alınlı,
açık
yüzlü,
serverler
serveri!.
Oh,
you
of
the
fair
brow,
open
face,
server
of
servers!.
Bilsen,
gündüzlerin
bulandığı,
gecelerin
karardığı
şu
günlerde,
If
only
you
knew,
in
these
days
where
days
are
clouded
and
nights
are
dark,
âleme
âb-ı
hayat
getiren
mücessem
hikmet
ağzının
bârına
ne
kadar
muhtacız.
how
much
we
need
the
burden
of
your
embodied
wisdom,
which
brings
the
water
of
life
to
the
world.
Eğer
canı
dudağına
gelmişlere
bir
nazar
ediversen,
If
you
would
but
cast
a
glance
at
those
whose
lives
hang
by
a
thread,
Rengi
solmuşlara,
yolda
kalmışlara
hayat
olacak
bakışın,
Your
life-giving
gaze
upon
the
pallid,
the
stranded,
Semamızda
hayta
kuşları
uçuracak...
would
send
birds
of
prey
soaring
in
our
skies...
Ey,
adına,
güneşin
kemerine
mercan
dizilen
serfirâz!
Oh,
you,
the
triumphant
one,
whose
name
adorns
the
sun's
belt
with
coral!
Devran
kurulduğu
günden
beri
senin
bir
bestecin
Since
the
day
the
universe
was
established,
you
have
been
its
composer,
Ve
şu
dönüp
duran
küçük
yuvarlak,
edeple
sana
ninni
söyliyen
And
this
small,
spinning
sphere,
a
lullaby
singer
to
you
with
respect,
Ve
her
nâmesinde
bin
bülbül
ahı
gizli
bir
dayen
...
And
every
letter
of
its
name
hides
the
sigh
of
a
thousand
nightingales...
Mülk
denen
muamma
senin
dilin,
melekût
o
sadeften
içre
gönlündür.
The
enigma
called
the
realm
is
your
tongue,
and
the
kingdom
of
heaven
lies
within
that
pearl-like
heart.
Dilini
aç,
yeniden
inciler
saçılsın,
kapındaki
dilencilere
mutluluk
gelsin...
Open
your
lips,
let
pearls
scatter
again,
and
let
happiness
come
to
the
beggars
at
your
door...
Şu
bizim
gecenin
kıvırcık
saçlarını
sen
tara,
Comb
the
curly
hair
of
our
night,
Gönlümüzde
âsûde
bir
şafak
şem′ası
yak
Light
a
lamp
of
serene
dawn
in
our
hearts,
Ve
krallara
taç
giydiren
o
elinle
ikiye
ayırdığın
Ay'ın
Hilâl
olmuş
bir
parçasını
And
with
that
hand
that
crowns
kings,
place
a
crescent
piece
of
the
Moon
you
split
in
two,
Taç
diye
başımıza
koy,
bu
yoksullara
sultanlık
bağışla!.
As
a
crown
upon
our
heads,
and
grant
these
poor
souls
a
sultanate!.
Sen
firûze
kubbeler
üzerinde
elden
ele
gezen
bir
gülsün,
You
are
a
rose
passed
from
hand
to
hand
on
turquoise
domes,
Ama
şanına
sezâ
hürmeti
gösteremedik.
But
we
have
failed
to
show
the
respect
due
to
your
glory.
Sen
de
bu
asrın
bilmemişlerine,
görmemişlerine
kırılma.
Do
not
be
offended
by
the
ignorance
and
blindness
of
this
age.
Kurtuluş
sabahı
senin
zülfünün
teline
takılmıştır...
The
morning
of
salvation
is
tied
to
a
strand
of
your
hair...
Gönlümüze
doğ,
Sultan
olduğunu
bir
daha
içimize
duyuruver.
Rise
in
our
hearts,
remind
us
once
again
that
you
are
the
Sultan.
Ey
Medine
varlığına
bir
peçe
Ravzâ!.
Oh,
Ravza,
a
veil
upon
the
existence
of
Medina!.
Sen
bir
yere,
bir
zamana,
mahsus
olamazsın.
You
cannot
be
confined
to
one
place,
one
time.
Her
yerde,
her
zaman,
herkesin
gönlünde
tek
varlık
incisi
Sen′sin.
Everywhere,
at
all
times,
you
are
the
single
pearl
of
existence
in
everyone's
heart.
Artık
varlığına
gül;
güller
açılıp
âlem
bir
hoş
olsun.
Now
smile
upon
your
existence;
let
roses
bloom
and
the
world
become
delightful.
Gamzende
çiçekler
açtıkça
açsın
Let
flowers
bloom
in
your
dimples,
Ve
sâbâ
rüzgârı
uğradığı
her
yerde
o
kokuyu
sürünsün
gezsin...
And
let
the
saba
wind
carry
that
fragrance
wherever
it
goes...
Köyüne
uğramadığımızı
yüzümüze
vurma.
Do
not
reproach
us
for
not
visiting
your
village.
Eğer
sıkılmasaydık;
kusurlarımızın
ağırlığını
omuzlarımızda
duymasaydık
If
we
were
not
so
burdened,
if
we
did
not
feel
the
weight
of
our
flaws
upon
our
shoulders,
Ve
şu
kayıtlardan,
bentlerden
kurtulsaydık,
And
if
we
were
free
from
these
constraints
and
barriers,
Bir
Ah!'la
huzurunu
velveleye
verip,
gelmişe
yeni
bir
aşk
erkânı
öğretirdik.
With
a
single
sigh,
we
would
stir
your
peace
and
teach
a
new
order
of
love
to
the
world.
Sen'in
köyünün
bir
avuç
çakılı
cihanlara
bedeldir.
A
handful
of
gravel
from
your
village
is
worth
more
than
the
worlds.
Toprağını
göze
sürme
yapma,
bin
sultanlıktan
yeğdir;
Do
not
apply
kohl
made
of
your
soil
to
our
eyes,
for
it
is
better
than
a
thousand
sultanates;
Bütün
kusurlarımıza
rağmen,
diktiğin
işaretlerin
dibinde,
Despite
all
our
faults,
at
the
foot
of
the
signs
you
have
erected,
Tavafta,
Arafat′da,
Müzdelife′de,
Minâ'da
In
Tawaf,
Arafat,
Muzdalifah,
Mina,
Ve
sonra
günahlardan
arınmışlara
karışarak,
And
then
mingling
with
those
cleansed
of
sins,
Yeşil
parmağıyla
mübarek
ruhuna
işaret
eden
temiz
kubbenin
altında
Beneath
the
pure
dome
that
points
with
a
green
finger
to
your
blessed
soul,
El-etek
açanlarla
hayalen
huzuruna
geliyor
We
come
to
your
presence
in
spirit,
with
hands
outstretched,
Ve
sıkıla
sıkıla
içimizde
keşfedilmemiş
dertleri
yine
sana
açıyoruz.
And
with
sighs,
we
once
again
reveal
our
undiscovered
sorrows
to
you.
Sevmeyen
gönüllerimizi,
ehramlaşan
benliğimizi,
Cehennem
gibi
öfkemizi,
We
present
our
unloving
hearts,
our
pyramidal
egos,
our
hellish
anger,
Affetmeyi
unuttuğumuzu,
içimize
yabancı
kalışımızı,
şefkat
cemâline
arzediyoruz...
Our
forgetfulness
of
forgiveness,
our
alienation
from
ourselves,
to
your
compassionate
countenance...
Emrolunduğu
şeylerin
onda
birini
yaparsa,
kurtulur"
diye
If
he
does
a
tenth
of
what
is
commanded,
he
will
be
saved,"
you
decreed,
Ferman
ettiğin
bir
yığın
mücrim
olarak,
vaadini
kalkan
yaparak,
As
a
multitude
of
criminals,
using
your
promise
as
a
shield,
Büyük
ümitlerle,
kavuşma
yerine
mahrem
olmak
için
çırpınıyoruz.
We
strive
with
great
hope
to
become
intimate
with
the
place
of
reunion.
Ey
şanı
yüce
Nebi!
Atının
yularını
şu
günahkar
ellere
ver.
Oh
noble
Prophet!
Give
the
reins
of
your
horse
to
these
sinful
hands.
Senin
seyisin
ve
nöbettarın
olarak,
As
your
groom
and
watchman,
Şu
bakir
ülkenin
bütün
bağ
ve
bostanını
sana
gezdirelim.
We
will
show
you
all
the
vineyards
and
gardens
of
this
virgin
land.
Nefesin
ab-ı
hayat
olsun
bu
çöle.
Let
your
breath
be
the
water
of
life
to
this
desert.
Gökten
yıldızları
indirip,
atının
ayaklarının
altına
serelim.
Let
us
bring
down
the
stars
from
the
sky
and
lay
them
beneath
your
horse's
hooves.
Yok
eğer
istersen
saç
ve
sakalımızla
geçtiğin
yerleri
süpürüp,
Or
if
you
prefer,
we
will
sweep
the
paths
you
tread
with
our
hair
and
beards,
Varlığımızı
yoluna
kaldırım
taşları
gibi
dökelim.
And
lay
down
our
very
beings
as
paving
stones
for
your
way.
Yetr
ki,
nefeslere
hayat
veren
nefesini
omuzlarımızda
duyalım.
Just
let
us
feel
your
life-giving
breath
upon
our
shoulders.
Rate the translation
Only registered users can rate translations.
Attention! Feel free to leave feedback.