Altay Kenger - Her Şairin İnfazı Kalem Tutmasıyla Yazılır - traduction des paroles en anglais

Paroles et traduction Altay Kenger - Her Şairin İnfazı Kalem Tutmasıyla Yazılır




Her Şairin İnfazı Kalem Tutmasıyla Yazılır
The Execution of Every Poet is Written With a Pen
Asmadan önce beni, bana o bilmediğim kuşları anlatın
Before you hang me, tell me about those birds I don't know
Onları anlatın, o kımıltısız, haşarı gözlü kuşları
Tell me about them, those still, mischievous-eyed birds
Tütsülü tüylerini. Yasaklanan alevi kanat çırpışlarını
Their smoky feathers. Their forbidden flame wing beats
Ve gerekirse bana uçmayı öğretin
And if necessary, teach me to fly
Ya da uçan kuşlar gibi onurlu ölmeyi
Or to die honorably like birds in flight
Lise defterlerimi dilerim idam etmezsiniz
I hope you won't execute my high school notebooks
Üniversite kimlik kartımı. dostlarımı, pasomu
My university ID card. my friends, my passport
Dilerim erdeme de kıymazsınız, hırpalamazsınız
I hope you won't touch virtue, you won't hurt it
O. o tatlı, uysal, ukala çocuğu
That sweet, docile, cocky boy
Bu şehirde doğmuşum, ötesini bilmem
I was born in this city, I don't know anything else
Beşiktaş'ta büyümüşüm iki büklüm vapurlarda sürünmüşüm
I grew up in Beşiktaş, I crawled on double-decker ferries
Boynuma, civanım, kokusunu sürmüş sirkli kızlar ve bir de
My neck, my dear, smelled of circus girls and
Kız kulesi
The Maiden's Tower
Eh işte, gençlik hevesi
Well, youthful enthusiasm
Yılları örekelerde örümceklendirmişim
I have cobwebbed the years in roe deer
Nerede kalmıştık
Where were we
Oradan ağlayalım halimize
Let's cry from there
Burgaz'dan ceset bir rüzgâr geliyor
A corpse wind is coming from Bourgaz
Çatal bıçak takımı adalar
Cutlery islands
Her yanımda medyum duyular
Psychic senses all around me
Mevleviler gibi özlemle dönenen odalar
Rooms spinning with longing like Mevlevi dervishes
Pencereler -ki çocukluğumdan beri açıktır
The windows - which have been open since my childhood
Mutfak önleri... sofralar... soluk soluğa sofalar
Kitchen fronts... tables... breathless sofas
Ekmekler bayattır, tuz ıslak, tencereler ayaz
The bread is stale, the salt is wet, the pots are cold
Hayat bu be
This is life, babe
Bembeyaz bir ölünün açık mavi gözleriydi boğaz
It was the open blue eyes of a white corpse
Erkete bir boğa dili gibiydi Galata kulesi
Galata Tower was like the tongue of a bull
Ve dibinde yılan yuvası
And at the bottom of it is a snake's nest
'Abi, bir dilim kuru lokmanın davası.'
'Brother, the case of a bite of dry bread.'
'İnanma ceketim, inanma.'
'Don't believe my jacket, don't believe it.'
Puştlar bu yalanı her bahar söyler
Bastards tell this lie every spring
Artık bir telefon
Now a phone
'Alo! Ben iyiyim anne, vallahi iyiyim
'Hello! I'm fine mom, I swear I'm fine
Sen nasılsın, dert etme kendine, yine doğurursun
How are you, don't worry about yourself, you will give birth again
Yine büyütürsün, yine asılır
You will grow again, you will be hanged again
Her şairin infazı kalem tutmasıyla yazılır
The execution of every poet is written with a pen
Sen babama selam söyle. De ki: Düşümde gördüm
Say hi to my father. Tell him: I saw it in my dream
Romatizma ağrıları bu kışa doğru dinecek
Rheumatic pains will subside towards this winter
Biliyorum anne, biliyorum, biraz daha böyle konuşursam
I know mom, I know, if I talk like this a little more
Yüreğine inecek, ama ne yazık ki durmuyor dilim
It will go to your heart, but unfortunately my tongue doesn't stop
Aslını sorarsan, dün geceden beri iyi değilim.'
To be honest, I haven't been feeling well since last night.'
Nerede kalmıştık
Where were we
Oradan ağlayalım halimize
Let's cry from there
Kafka'dan öğrendim - şekil değiştirebiliyordu yaşamak
I learned from Kafka - living could change shape
Ve Sait'ten öğrendim bu şehrin cenazesi bile büyüktü
And I learned from Sait that even the funeral of this city was great
Varlığımı her yeni kadının saçlarında taramıştım
I combed my existence in the hair of every new woman
Ve oğlak sevgilimi aramıştım asırlarca her tarafta
And I've been looking for my Capricorn lover for centuries everywhere
Her paragrafta
In every paragraph
Şiirim, sırtımdan düşmeyen sarışın bir yüktü
My poetry was a blonde burden that wouldn't fall off my back
Spermlerimi sözlüklere verdim
I gave my sperm to dictionaries
Ölünce de uyak bulacağım aşka
I will find rhyme in love when I die
Ve en başta
And most of all
Anlamlı olmak var ya anlamlı olmak
To be meaningful, you know, to be meaningful
Anlamın altında dürülen ilmik
The loop curled under the meaning
Kırılan hamur gibi çoğalmak
To multiply like broken dough
Ve taşmak suya, suça, engine, soya, tanrının dizi dibine
And to overflow into water, crime, engine, soy, at the feet of God
Orada başlıyor sevdalı kavgaların hükmü işte
That's where the judgment of the loving quarrels begins
Bir pazartesiydi - uyanmıştım
It was a Monday - I woke up
Başucumdaydı her türlü sevincim
All my joys were by my bedside
Ve masmaviydi gökyüzünden sarkan ışıklar
And the lights hanging from the sky were blue
Masmaviydi yeryüzünden yükselen buhar
The vapor rising from the earth was blue
Ve yine masmaviydi gün
And again the day was blue
Günün içinde üreyerek koşuşan çocuklar
Children breeding and running around in the day
Bende ise zaman zaman çiy tutan ruhumun
And in me the dew-covered spirit from time to time
Bataklıklarında sürülerce, senelerce süren yorgunluğum
Tiredness in its swamps for flocks, for years
Okudum okumasına da
I read it, but
Adam olmak varmış ölümün süt gelmez göğüslerinde
There is manhood in the milkless breasts of death
Nedir beni insansız bırakacağı söylenen o incecik ip
What is that thin thread that is said to leave me unmanned?
Yoksa azrailin kirpiği mi bu
Or is it the eyelash of Azrael?
Yoksa şeytanın sünnetsiz penisi
Or the uncircumcised penis of the devil
Nedir onu bu kadar görkemli gösteren, böyle acayip
What makes it so glorious, so strange
Her mevsimde elbette birinin gitmesi gerekiyor birileri için
Someone has to leave every season for someone
Kardeşlerim! Sizler de gideceğiniz mevsimi şimdiden seçin
My brothers! Choose the season you will go from now on
Nerede kalmıştık
Where were we
Oradan ağlayalım halimize
Let's cry from there
Daracık bir sokağın darağacı
The gallows of a narrow street
Sessizliğinin altındadır bizim evimiz
Our house is under its silence
Ahşaptır, ahbaptır gelip geçen yabancı, yalancı bulutlara
Wooden, it is a sin to the passing stranger, to the lying clouds
Bir ressamın fırçasında: annemin camdan uzanmış kafası
In a painter's brush: my mother's head stretched out of the window
Babamın eşikten girerkenki donuk yaşlılığı
My father's frozen old age as he entered the threshold
Kızkardeşim ergenliğini verir aynalarda yanaklarına
My sister gives her adolescence to her cheeks in the mirrors
Abim iştedir, işte, üç beş kuruşun dalaverası
My brother is at work, at work, the hustle and bustle of three five cents
Doğumla ölümün arası
Between birth and death
Topu topu bir savaş parçası
It's just a piece of war
Sahi, kaç kilometreydi yaşantım
By the way, how many kilometers was my life
Kaç litre hava çektim ciğerlerime
How many liters of air did I draw into my lungs
Ve kaç litre yaş döktüm
And how many liters of age did I shed?
Yüzölçümü neydi yüzümün
What was the area of my face
Para birimi duygularımın ve bayrağı düşüncelerimin
The currency of my feelings and the flag of my thoughts
Yüreğimin dini neydi
What was the religion of my heart?
Nasıl bir yönetim şekliydi bedenim
What kind of government was my body?
Dini telkinin fani bir tilkiyi çağrıştıran ses benzerliği
The resemblance of the religious suggestion to the voice of a mortal fox
Sanki tabutumun ardında bin martının o şahane beraberliği
As if behind my coffin was the magnificent unity of a thousand marches
Asmadan önce beni
Before you hang me
Bana o bilmediğim kuşları anlatın, kuşları
Tell me about those birds I don't know, the birds
Onları anlatın
Tell me about them
Sonra, dilerseniz asın kırk kere üstüste de
Then, if you like, hang it forty times in a row
Leşimi bir kuyunun karanlık çıplaklığına atın
Throw the carcass into the dark nakedness of a well
Korku da, ölüm de, acı da
Fear, death and pain too
İnsanı yeni bir doğuma hazırlayan sancıdır
It is the pain that prepares a person for a new birth
Ama unutma ki sevgilim sakın
But don't forget my love
Meyva vermeyen tek ağaç, darağacıdır
The only tree that does not bear fruit is the gallows





Writer(s): Altay Kenger


Attention! N'hésitez pas à laisser des commentaires.