Paroles et traduction Şebnem Kısaparmak - Ben Almancı Değilim
Добавлять перевод могут только зарегистрированные пользователи.
Ben Almancı Değilim
I'm Not a Foreigner
Almanya
treni
kalkıyor
gardan
The
train
to
Germany
is
leaving
the
station
Gönül
ister
mi
hiç
ayrılmak
yârdan
Would
the
heart
ever
want
to
leave
its
beloved?
Almanya
treni
kalkıyor
gardan
The
train
to
Germany
is
leaving
the
station
Gönül
ister
mi
hiç
ayrılmak
yârdan
Would
the
heart
ever
want
to
leave
its
beloved?
Ben
küçükken
düşmüşüz
gurbetin
yollarına
When
I
was
young,
we
fell
onto
the
paths
of
foreign
lands
Sene
bin
dokuz
yüz
yetmiş
üç
hayal
meyal
aklımda
The
year
1973,
a
hazy
memory
in
my
mind
Kardeşim
Ali
yeni
doğmuştu
minicik
bir
bebekti
kundakta
My
brother
Ali
was
just
born,
a
tiny
baby
in
a
swaddle
Ve
ağlayışları,
ağlayışları
sanki
isyandı
zalim
gurbet
ocağına
And
his
cries,
his
cries
were
like
a
rebellion
against
the
cruel
hearth
of
exile
Babam
bizden
önce
gitmiş
Almanya'ya,
iki
sene
sonra
bizi
de
aldırdı
yanına
My
father
went
to
Germany
before
us,
two
years
later
he
brought
us
to
his
side
"Gözüm
arkada
kalmasın
etrafımda
olsun
çocuklarım"
dermiş
anama
"I
don't
want
to
leave
my
eyes
behind,
let
my
children
be
around
me,"
he
used
to
say
to
my
mother
Mercedes'te
işçiydi
babam;
yüreği
bileği
kuvvetli,
delikanlı
bir
adam
My
father
was
a
worker
at
Mercedes;
a
strong-willed
and
strong-armed
young
man
Benim
gibi
o
da
severdi
hayal
kurmayı,
kendinden
büyüktü
belki
de
umutları
Like
me,
he
loved
to
dream,
his
hopes
were
perhaps
bigger
than
himself
Söz
vermişti
hepimize,
kitabın
üzerine
yemin
etmişti;
alacaktı
kırmızı
Mercedes'i
He
promised
us
all,
swore
on
the
book;
he
would
buy
the
red
Mercedes
"Kız
gibi
araba"
derdi
babam,
önce
gıcır
gıcır
yıkıyacaksın,
sonra
bi'
de
pasta
cila
çekeceksin
"It's
like
a
girl,
this
car,"
my
father
would
say,
"first
you'll
wash
it
squeaky
clean,
then
you'll
give
it
a
polish"
Atacaksın
çocukları
arkaya,
koyacaksın
Ferdi'nin
son
kasetini...
You'll
put
the
kids
in
the
back,
put
on
Ferdi's
latest
cassette...
Eh
tabii
biraz
da
açıcaksın
teyibin
sesini,
sonra
sonra
ver
elini
Türkiye!
And
of
course,
you'll
turn
up
the
radio
a
bit,
then
hand
in
hand,
off
to
Turkey!
Zavallı
annem,
annem
hep
evdeydi
korkardı
sokağa
çıkmaya
My
poor
mother,
she
was
always
at
home,
afraid
to
go
out
Dil
bilmem,
yol
bilmem
der
gece
gündüz
ağlardı
I
don't
know
the
language,
I
don't
know
the
way,
she
would
cry
day
and
night
Babamın
iş
dönüşleri
bayramımız
olurdu,
daha
o
gelmeden
soframız
kurulurdu
My
father's
returns
from
work
were
our
holidays,
our
table
would
be
set
before
he
even
arrived
Kokusu
hâlâ
burnumda,
buğusu
gözümde,
kaynayan
çorbamızın
The
smell
still
in
my
nose,
the
steam
in
my
eyes,
of
our
boiling
soup
'Ah'
derdi
anam
yetmezdi,
sonra
durur
derin
bir
de
'of'
çekerdi
"Ah,"
my
mother
would
say,
it
wasn't
enough,
then
she
would
stop
and
let
out
a
deep
sigh
Köyün
tarhanası
olacaktı
bey,
köyün
ekmeği...
It
should
be
the
village
tarhana,
sir,
the
village
bread...
Her
sofrada
gözleri
dolardı,
ve
hasretle
kabaran
yüreği
Her
eyes
would
well
up
at
every
meal,
and
her
heart
would
swell
with
longing
Bir
gün
hepimize
müjde
verdi
babam,
bu
bayram
Türkiye'deyiz
dedi
One
day
my
father
gave
us
all
good
news,
he
said
we
were
going
to
Turkey
this
holiday
İçim
içime
sığmadı,
sabaha
kadar
uyumadım
I
couldn't
contain
myself,
I
didn't
sleep
all
night
Peki
ya
Mercedes
hani
kırmızı
arabayla
gidecektik
köye
But
what
about
the
Mercedes,
weren't
we
going
to
the
village
in
the
red
car?
Şaşıracaktı
herkes,
katırcıların
Yusuf
küçük
dilini
yutucaktı
Everyone
would
be
surprised,
Yusuf
the
mule
driver
would
swallow
his
tongue
Şapkası
uçucaktı
muhtar
emminin,
"Bizim
Kamil
bi'
zenginlemiş
ki
görme"
diyecekti
Salim
ağaya
The
headman's
hat
would
fly
off,
"Our
Kamil
has
gotten
rich,
just
look"
he
would
say
to
Salim
Agha
Ağa
yutkunucak,
başını
öne
eğicekti...
The
Agha
would
gulp,
and
bow
his
head...
Meraklı
Hüsniye'nin
ağzı
bi
karış
açık
kalıcak,
çatlıyacaktı
hasetinden...
Curious
Hüsniye's
mouth
would
stay
open
a
hand's
width,
she
would
crack
from
envy...
Nazlı
bir
gelin
gibi
köyün
yollarında
gezerken
bizim
araba
As
our
car
travelled
the
village
roads
like
a
delicate
bride
Çocuklar
çığlık
çığlığa
koşucaktı
peşimizden,
"Vay
be
arabaya
bak"
diyecekti
bi
tanesi
Children
would
run
after
us
screaming,
"Wow,
look
at
the
car"
one
of
them
would
say
Bütün
köy,
bütün
köy
bizi
konuşacaktı,
nazara
geliriz
vallahi
demişti
anam,
kurşun
döktürmeli
The
whole
village,
the
whole
village
would
talk
about
us,
we'll
get
the
evil
eye,
my
mother
said,
we
should
get
lead
poured
Arabasız
nasıl
gideriz
köye,
annem
önce
ev
istemiş,
araba
her
zaman
alınırda
ev
alınmazmış
How
can
we
go
to
the
village
without
a
car,
my
mother
asked
for
a
house
first,
a
car
can
be
bought
anytime,
but
a
house
cannot
"Ahirette
iman,
dünyada
mekân"
derlermiş
Türkiye'de,
zavallı
babam
her
zamanki
gibi
fedakârdı
"Faith
in
the
hereafter,
a
place
in
this
world"
they
say
in
Turkey,
my
poor
father,
as
always,
was
self-sacrificing
Umutlarını
ertelemiş,
en
büyük
düşünü
bırakmıştı
zamana
He
postponed
his
hopes,
left
his
biggest
dream
to
time
Annem
ilk
defa
bir
şey
istemişti
ondan,
geri
çevirmedi,
yere
düşürmedi
sözünü
My
mother
had
asked
him
for
something
for
the
first
time,
he
didn't
refuse,
he
didn't
let
her
words
fall
to
the
ground
Annem
mutlu,
babam
umutluydu,
alıcaktı
Mercedes'i,
alıcaktı...
My
mother
was
happy,
my
father
was
hopeful,
he
would
buy
the
Mercedes,
he
would...
Amcamın
çocuklarına
çikolatalar
alıcaktı
babam,
dedeme
gözlük,
nineme
çicekli
pazen
My
father
would
buy
chocolates
for
my
uncle's
children,
glasses
for
my
grandfather,
floral
flannel
for
my
grandmother
Muhtar
Marlboro
ısmarlamış,
kahvede
kâğıt
oynarken
tütürürmüş
bazen
The
headman
had
ordered
Marlboro,
he
sometimes
smoked
them
while
playing
cards
at
the
coffeehouse
Ne
çok
istiyorum
köyüme
kavuşmayı,
bu
kavuşma
bitimi
olacak
acılarımın
How
much
I
want
to
return
to
my
village,
this
reunion
will
be
the
end
of
my
sorrows
Yıllarca
çektiğim
sancılarımın
keyifli
intiharı
The
pleasurable
suicide
of
the
pains
I've
endured
for
years
Kimse
"Ausländer"
demiyecekti
bana,
kimse
yabancı
No
one
would
call
me
"Ausländer",
no
one
a
foreigner
Ve
Beethoven'in
dokuzuncu
senfonisini
çalmıyacaktı
sokaktaki
kemancı
And
the
street
violinist
wouldn't
play
Beethoven's
Ninth
Symphony
Frau
Bäcker'e
ve
Herr
Müller'e
inat,
türküler
dinleyecektik
doyasıya
In
defiance
of
Frau
Bäcker
and
Herr
Müller,
we
would
listen
to
folk
songs
to
our
heart's
content
Türküler
dinliyecektik,
türküler...
We
would
listen
to
folk
songs,
folk
songs...
Arife
günü
yollara
düştük,
trendeki
herkesde
talihsiz
bir
heyecan
var
We
set
off
on
the
eve
of
the
holiday,
everyone
on
the
train
had
an
unfortunate
excitement
Bense
giderek
daha
da
sabırsızlanıyorum,
geçmiyordu
dakikalar
I
was
getting
more
and
more
impatient,
the
minutes
wouldn't
pass
Kim
bilir
kaçıncı
kez
saati
soruyordum
ki
anneme,
öfkeli
bir
ses
böldü
heyecanımı
I
don't
know
how
many
times
I
asked
my
mother
for
the
time,
when
an
angry
voice
interrupted
my
excitement
Homurdanarak
elindeki
gazeteyi
uzattı
yaşlı
bir
amca
An
old
man
handed
me
the
newspaper
in
his
hand,
grumbling
"Bu
kadar
da
olmaz,
yazıktır,
ayıptır,
günahtır"
dedi.
Neye
kızmıştı
acaba?
"This
is
too
much,
it's
a
shame,
it's
a
disgrace,
it's
a
sin,"
he
said.
What
was
he
angry
about?
Gözüm
büyük
puntolarla
yazılmış
habere
takıldı:
"Ev
fiyatları
artacak,
Almancılar
yollarda"
My
eyes
caught
the
news
written
in
large
print:
"House
prices
will
rise,
Almancıs
are
on
the
roads"
Bi'
anda
gözleri
doldu
babamın,
yumruğunu
sıktı,
ağlamadı,
sustu,
"Almancı
ha,
Almancı..."
dedi
yavaşca
My
father's
eyes
filled
with
tears,
he
clenched
his
fist,
didn't
cry,
fell
silent,
"Almancı
huh,
Almancı..."
he
said
softly
Yüreği
kan
kustu,
sızladı
burnunun
direği,
cız
etti
içi
ve
bir
anda,
bir
anda
ateşe
vermek
istedi
tüm
geçmişi!
His
heart
bled,
the
bridge
of
his
nose
ached,
his
insides
stung,
and
in
an
instant,
in
an
instant
he
wanted
to
set
fire
to
the
entire
past!
Almanyada
yabancı,
Türkiye'de
Almancı
A
foreigner
in
Germany,
an
Almancı
in
Turkey
Bi'
anda
yaşlar
boşaldı
gözümden...
Biz
kimdik?
Kendi
vatanımızda
bile
yabancı
mıydık
yani?
Tears
suddenly
streamed
from
my
eyes...
Who
were
we?
Were
we
foreigners
even
in
our
own
homeland?
Ben
Almancı
değilim
amca,
ben
yabancı
değilim;
benim
de
ciğerim
yanık,
ezan
sesine
hasret
yüreğim...
I'm
not
an
Almancı,
uncle,
I'm
not
a
foreigner;
my
lungs
are
also
burned,
my
heart
longs
for
the
call
to
prayer...
Benim
hücrelerim
türkü
söyler,
ağıt
yakar
gözlerim,
sen
görmesen
de
kınalıdır
ellerim
My
cells
sing
folk
songs,
my
eyes
cry
elegies,
even
if
you
don't
see
it,
my
hands
are
hennaed
Ve
tenim,
tenim
memleket
kokar
alabildiğine,
beni
de
gozlaklar
ağlatır,
yakar
memleket
şiirleri
And
my
skin,
my
skin
smells
of
homeland
as
much
as
it
can,
folk
songs
make
me
cry
too,
poems
of
homeland
burn
me
Hüzün
beni
de
soldurur
ve
bu
dert,
bu
dert
beni
iflah
etmez,
öldürür...
Sorrow
withers
me
too,
and
this
pain,
this
pain
won't
let
me
be,
it
will
kill
me...
Ben
Almancı
değilim,
ben
Almancı
değilim
amca,
ben
yabancın
değilim...
I'm
not
an
Almancı,
I'm
not
an
Almancı,
uncle,
I'm
not
a
foreigner...
Vatanıma
varır
varmaz,
önce
toprağı
öpeceğim
As
soon
as
I
reach
my
homeland,
I
will
first
kiss
the
soil
Ve
yemin
olsun
ki
doğduğum
topraklarda
öleceğim
And
I
swear
I
will
die
in
the
land
where
I
was
born
Doğduğum
topraklarda...
In
the
land
where
I
was
born...
Évaluez la traduction
Seuls les utilisateurs enregistrés peuvent évaluer les traductions.
Attention! N'hésitez pas à laisser des commentaires.